Hüzünlü bir efsane

Qederê ve Dayikê gibi unutulmaz şarkılar seslendiren Eyşe Şan’ın ölümünün üzerinden 21 yıl geçti. Kürt müziğinin efsanevi kadın seslerinden Eyşe Şan’ın hayatı baskı, şiddet, sömürü ve sürgünle geçti.


Kürtlerin kadife sesli sanatçısı Eyşe Şan’ın sürgün, hasret, baskı, acı ve mücadele ile geçen yaşamı son bulalı 21 yıl oldu.
Kürt müziğinin efsanevi kadın seslerindendi… Eyşe Şan dediklerinde, radyonun başına toplanırdı cümle Kürtler. Yanık, kor gibi, kızıl kadife gibi bir sesi vardı. Bütün Kürdistan onun sesini duymak için yanıp tutuşurdu, ama kimse bilmezdi onun nasıl çileli bir hayat yaşadığını…
Oysa tüm yaşamı sürgünde geçmişti. Amed’den Antep’e, oradan İstanbul’a, Almanya’ya, Bağdat’a, Hewler’e ve İzmir’e... Aramızdan ayrılalı tam 21 yıl geçti. Ölümünden sonra da üzerindeki baskı ve şiddet sona ermedi. 1996 yılında İzmir’de yaşamını kaybeden Eyşe Şan’ın son isteği olan Amed’e gömülme vasiyeti de yerine getirilemedi henüz.
Sesiyle, duruşuyla, ailesine, topluma ve devlete başkaldıran bir kadındı Eyşe Şan. Ailesinin ölüm tehditlerinden ötürü yıllarca saklanmak zorunda kaldı. Kürtçe şarkılar seslendirdiği için yıllarca MİT ajanları tarafından izlendi.
Eyşe Şan, baskı, şiddet ve gericiliğin dehşet verici öfkesine en sert biçimde maruz kaldı yaşamı boyunca.
Qederê, Ez Xezalım ve Dayikê gibi unutulmaz şarkılara da imza atan Eyşe Şan’ın hayatı, aslında Kürt meselesinin de özetinden ibaret. ‘Taçsız ve Tahtsız Prenses’ kitabıyla Eyşe Şan’ın hikayesini kitaplaştıran yazar Kakşar Oremar ile Eyşe Şan’ı konuştuk.

Neden taçsız ve tahsız bir prenses?
Eyşe Şan, güzel sesli bir kadındı. Bütün acıları naif sesinin tınılarında vardı. Sadece sesinin güzelliği değil, şarkılarının içeriğini de iyi yorumlamak gerekir. Ardında bıraktığı yazılı eserleri ile Eyşe Şan’ın aslında ne kadar yüksek bir entelektüel birikimi olduğunu da görüyoruz. Kitabımda özel bir yer ayırdığım otobiyografisiden bu kanıya varılacağını düşünüyorum. İleri görüşlü bir kadındı. Zaten şarkılarında hep toplumsal meselelere dikkat çekmişti. Kitabın ismine gelince; tac ve tahtan kastım Kürdistan’ın sömürgeleştirilmesi ve Kürtler yaşadığı statüsüzlüktür. Kederli bütün yaşamında bir kez bile olsun Eyşe Şan takdir edilmedi. Fakat Türk devleti onun öğrencisi bile olamayacak kişileri palazlayıp destek çıkarak öne sürdü hep. Bahtsızlık, mazlumluk ve köleliğimizden ötürü onu ‘Taçsız ve Tahtsız Prenses’ olarak tanımlıyorum. Kürdistan ve Türkiye’de birçok zorlukla yüz yüze kaldı. Suçu Kürtçe şarkı söylemekti. Ölünceye değin hiçbir zaman çıktığı yolun yolcusu olmaktan bir an bile pişmanlık duymadı.

Birçok kişiden aldığınız görüşlerle bir nevi bir kamuoyu yoklaması yapmışsınız. Çalışmanın sonucuna baktığınızda Kürt toplumunda nasıl bir Eyşe Şan kimliği ile karşılaşmak mümkün?
Bu çalışmayla Eyşe Şan ve sanatının toplum hafızasında nasıl bir yer edindiğini irdelemek istedim. Ne yazık ki, Eyşe Şan’ın değerinin pekj bilinmediği gördüm. Hafızamızın öyle pek de kuvvetli olmadığını gördüm. 50li yılların sonlarına doğru Kuzey Kürdistan’da sinmiş bir sessizlik toplumu boğmaya doğru götürüyordu. Devlet, Celal Güzelses gibilerini Kürt eserlerini çalmaları için piyasaya sürüp, desteklediği bir sırada Eyşe Şan ise bu plana karşı sesiyle bir hat, duruş oluşturdu. O zamanlar bir Kürtçe eserin duyulması ilahi bir uyarı gibiydi. Bu ses ise Erivan ve Bagdat radyoları aracılığıyla sağlandı. Feodal bir toplumda bir kadın sesinin duyulması bir müezzinin sabah çağrısı etkisinde insanları etkiledi; onlara yeni bir hayatın umudunu aşıladı.
Eyşe Şan işinin ehli bir kızıydı. Ehlilikten kastım; stranlarının sözlerinin zenginliği, müzik gırtlağı ve parçaları icrasındaki Kurdîliktir. Kürtçe hüner kimliğinin sınırlarını aşındırmayıp söylediği kilamlar ile dinleyicinin ruhunu dinamikleştirir. Kim ‘Gidî lolo ve çîroka Seyranê (Vah loyloy ve Seyrane’nin hikayesi) ile kendini hayatın gam ve tasa deryasının derinliklerinde bulmaya engel olabilir ki? Ayrıca toplumdan beklentilerine de kulak vermek isteyenlere ‘Derdê hewiyê, Welatê min Diyarbekir, Hey wax dayê û Ez xezal im’(Kuma derdi, memleketim Diyarbakır, Vah anam ve Ben ceylanım) gibi parçalarla seslenir.
Hayatında bir an olsun bile durmadı. Müslüman bir aileden geldiği için İslama inancı kuvvetliydi. Sesinin güzelliği de ilkin okuduğu Kuran ve Melayê Bateyî’nin mevlüdü ile keşfedildi zaten. Toplumda çok sevilmesine karşın başta Türk devletinin yetkilileri, feodal ağalar, hatta ailesi bile dengbêjliginden ötürü onu sevmeyip, karşısında durdu.

Eserleri üzerine yaptığınız analizler ile bize Eyşe Şan’ın sanatına dair yaptığınız okumalardan bahsedermisiniz?
Sesi sazsız, yalın dinlendiğinde öznelliğini daha çok duyumsanır. O Meryem Xan’ın mirasçısıdır, Meryam Xan’ın yolunda gitmiştir, başarmıştır. Kilamlarıyla ağlaması ve çoğu zaman ‘Derdim romanlara sığmaz ve bitmez’ demesi onun kendine has acılı bir yanıydı. Celal Güzelses orkestrası müzisyenlerinden Husno ile 2007’de yaptığım söyleşi de Husno bana şunları demişti: ‘Eyşe Şan’ın sesi daha 1957’de Celal Güzelsesi (1899-1959) etkilemişti. Beraber çalırken bana neden bu güzel sesli kadın Diyarbakır’da kalmadı. Beraber düet yapardık…’ Tabi o sıralarda Eyşe Şan Mardin’in Dêrik ilçesinden kaçmış Entab (Antep) radyosunda çalışmaktadır.
O dönem çektiği acılar müziğine de tesir edip acı bir renk vermiştir:

‘’Min rojek xweş nedî
Tim ewr û tarî
Li min ne havîn hat û ne buharî
Qeder li min bûye ew gurê harî...“

Mahalle hatta şehir baskısıyla yüz yüze kalan bir kadın olarak Eyşe Şan bu zorluklarla nasıl başa çıktı?
Bunun cevabını kilamlarında bulmak mümkün. Bir taraftan feodal toplum değer yargıları var bir tarafta ise Kürt realitesini tanımamaya dönük Türk yasaları… Bunlara ek olarak erkek zihniyetçiliğin kadın dengbêjliğine karşı olduğu atmosferden bahsediyoruz. Bütün bunlara Eyşe Şan’ın cevabı şöyle olur: ‘Yê ku xwedî dilê şêr nebe, nikare bibe rêwîna/ê evînê’ (Aslan yürekli olmayan kimse sevda yolcusu olamaz.)
Sesi öyle yoğun bir ilgi görüyor ki, yasakların sınırları bu ilgi karşısında anlamsızlaşıyor. Yayılmasıyla beraber Kürt toplumunda ‘Eyşana Kurd’ (Kürt Eyşan) ünvanı alıyor.
Ölümüne kadar Kürdistan’dan uzak kaldı; fakat kendisinin dediği gibi: ‘Min her dem û her carê şerefa memleket û xelkê xwe si serê xwe de girtiye.’ (Ben her zaman halkımın ve memleketimin şerefinin hafızamda tuttum.) Amed’den çıkışı ve kardeşleri tarafından öldürülme korkusu, onun 10 yıldan fazla İstanbul’da saklanmasına neden oldu. Orada yine emeği sömürüldü, ismi üzerinden bazıları paralar kazandı. Hatta bu haksızlıklar onu intihara bile sürükleyecek kadar oldu. 70’li yıllarda ‘Derdê Hewiyê’ (Kumanın Derdi) parçası aslında bir isyandır. Aynı zamanda bu, kadınlara çağrıdır, tarihsel bir çıkıştır.
Zamanla çalışmaları onun Kürt şehirlerinde barınmasına engel olur; Türk şehirlerinde birçok kez ölüm tehditleri alır. Türk MİT’in uzun yıllar gözettiğini de biliyoruz. Eyşe Şan o dönemin şartlarına göre büyük bir devrimcidir, bir duruş sahibidir. Bunun bedelini de tabiki ağır bir şekilde ödemiştir.

Aldığınız görüşlerden dikkatleri üzerine çekmek istediğiniz herhangi bir röportaj var mı?
En çok etkili bulduğum röportaj kendisinin 1978 kışında Bağdat Radyosu’nda yazar Ebdulhekim Segvan’a verdiğidir. O röportajda yaralanmış duygularıyla, ağlayarak konuşuyor. Merziye Rezazî onu büyük bir devrimci olarak adlandırıyor. Seyda Goran ise mahçup bir şekilde ondan bahsederken, Kürt siyasetçi ve  aydınlarının zamanında onun yanında yer almamalarından ötürü okkalı eleştiriler yapıyor.

Böyle bir çalışma yaparken zorlandınız mı?
Yaklaşık on yıl kitap üzerinde çalıştım. Daha öne Mezopotamya TV’de hayatı ve sanatını programlar yaparak tanıtmaya çalıştım. Son olarak hazırladığımız bir belgefilm ile bu çalışmanın sonuçlanması için kolları sıvadım. Hewlêr, Amed, Entab, Wan, Ankara, Dihok, Zaxo, İzmir ve Bağdat’a kadar bu çalışma için gezdim. Bir fotoğrafına ulaşmak bazen günlerimi aldı. Tabi mesele sadece bulmak değildi; orijinal fotoğrafı yanında barındıran kişiler çok yüksek miktarda para istiyordu. Ailesinden sadece oğlu Mirad bana yardımcı oldu. Kardeşi ise para almadan, hakında tek kelime etmeyeceğinin söyleyenler arasındaydı!
Her ne kadar maddi bir yükün altında girsemde sonuçta yaptığım çalışma Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nce basılınca ve halk da ilgiyle karşılayınca büyük mutluluk oldu benim için. Sayın Osman Baydemir ve Mem Mîrxan ile Amed Çeko gibi arkadaşlar kitabın basımı için her türlü imkanı sağladı.



Eyşe Şan’ın serüveni
Babası Bingöl’ün Karlıoava ilçesinden Osman, annesi Elîf Xatûn ise Erzurum beylerinden Hecî Mûsa’nın kızıdır. Eyşe Şan’ın ebeveynleri daha sonra Amed’de taşınır. Burada fırıncı olan babası Elîf Xatûn ile tanışır ve evlenir. Babası iki kez silah altına alındığı için onunla pek bir yakın ilişkisi olmamıştır. (1938’de yaşanan Erzincan depreminde askeri dökümanlar da yandığı için askere ikinci sefer çağrılanlardan biri de babasıdır.) İkinci kez silah altına alınan babası, hastalanır ve daha Eyşe Şan 9 yaşında iken yaşamını yitirir. 15 yaşında iken Mihemed isimli bir gence aşık olur. Fakat bu sevdası hep kanayan bir yara olur.

İlk evlilik ve çocuk
Eyşe Şan 15 yaşında iken Hatice isimli komşusuna bulgur ayıklamak için yardıma gider. Bu sırada Hatice’nin evine gelen kayınbiraderi Şevket, Eyşe Şan’ı görür ve onunla evlenmek istediğinin Hatice’ye söyler. Kurulan tezgahlarla ikna edilen Eyşe Şan böylece kendinden en az 20 yaş büyük biriyle ilk evliliğini yapar ve Dêrik’e kuma gider. Bu evlilikten bir kızı olur. Fakat bu hayatı bir türlü benimseyemeyen Eyşe Şan, Amed’e, annesinin yanına kaçar. Israrlara göğüs gerer ve bir daha Şevket’in evine dönmez. Bir süre sonra Türk Hava Yollarında uçak temizliği işi yapar. Çalıştığı sırada tacize uğrar, daha bir yılını doldurmadan buradan ayrılmak zorunda kalır.

İlk müzikal deneyim
Amed’de yaşadığı zorluklardan ötürü erkek kardeşinin zulmüne daha fazla dayanamayan Eyşe Şan, komşularının yardımıyla Antep’e taşınır. Buraya yerleştikten sonra Antep Radyosu’na başvuran Eyşe Şan sesinin beğenilmesiyle ilk müzikal çalışmalarını icra eder.
İki yıl kadar radyoda çalışan Eyşe Şan arkadaşlarının önerisiyle İstanbul’a, plak doldurmaya gider. Yaşadığı sıkıntılara rağmen ‘Odeon Plak’ şirketinde iki parçadan oluşan (Anteb Gülleri ve Yaylanın Yolu) ilk plağını doldurur ama bir türlü piyasaya sürülmez. Ardından arşiv olması amacıyla İstanbul Konservatuarı‘nda birkaç parçasını kayda alır.
Bir gün saz ekibinden bir genç ona bir yıldır çıkmasını beklediği plağının ‘Odeon Plak’ şirketinden Muhammed Bozdoğan adına çıktığını söyler. Bunun üzerine Eyşe Şan ‘Antep Gülleri’ parçasının ‘Gonca gül suyun neyler, güzel kokuyu neyler’ şeklinde değiştirilerek piyasaya sürüldüğünün öğrenir. Mahkeme haklı bulur ve şarkısını iade eder.

Orhan Gencebay, Arif Sağ ve diğerleri
İstanbul’da Cemile Cevher ile tanışan Eyşe Şan onun aracılığıyla Edifon plak şirketi sahibi Albert Mesulamla tanışır. Sesini beğenen Mesulam, Eyşe Şan’ın ‘Aman Garibem Gurbette, Siverek Yollarında, Antep Gülleri, Yaylanın Yolları’ parçalarından oluşan ilk plağını nihayet piyasaya sürer. Yaşanan satış patlaması üzerine Mesulamla, Eyşe Şan ile sözleşme yapar. Plaklar üst üste çıkmaya başlar. O şarkılarını söylerken arkasında Orhan Gencebay, Arif Sağ, Yücel Pasmakçı, Hamdi Özbay, Binali Selman ve niceleri saz ekibini vardır.

Avrupa macerası
Emeğini sömüren Mesulamla yollarını ayıran Eyşe Şan, İstanbul hayatına daha fazla katlanmayacağını anlayınca Almanya’ya işçi getiren bir şirkete adını yazdırır. Birkaç ay sonra Eyşe Şan eşini ardında bırakıp 1972’de Almanya yollarına düşer. (İstanbul’a geldikten sora bir sazcıyla evlenen Eyşe Şan Almanya’ya giderken bu evlilikten olan oğlunu annesine bırakır.) Almanya’da bir fotoğraf makinesi yapım fabrikasında çalışan Eyşe Şan dört-beş ay sonra Türkiyeli işçilerin uğrak yeri, bir lokalde sahne almaya başlar. Sonra Münih’e gider ve orada sahne almaya başlar. Almanya’dayken BCC Radyosu için birkaç Türkçe program yapar.
Avrupa’da kaldığı üç yıl boyunca Münih, Ulm, Stutgart, Köln’ün yanısıra, Avusturya ve Hollanda’nın birçok kentinde sahne alır.

Ve Bağdat Radyosu
Almanya macerasından sonra Türkiye’ye dönen Eyşe Şan bir süre İstanbul’da kalır. Fakat yaşamı umduğu gibi gitmez. Söylediği şarkılar nedeniyle baskı ve tehditler ile karşılaşır. Çocuklarının da bu durumda kendisini yalnız bırakması üzerine 1979 yılında Irak’ın yolunu tutar. Önce Musul’a gider; Musul Radyosu’nda birkaç parçasının seslendirir. Ardından Bağdat Radyosu’na geçer. Burada Tehsîn Teha, Îsa Berwarî, Mihemed Arif Cizrawî ile birçok Kürtçe parça seslendirir. Îsa Berwarî ve Tehsîn Teha ondan habersiz okuduğu parçalardan plak çıkarıp emiğini sömürürler. Kendisi  Bağdat’ta iken Eyşe Şan’ın hayatından etkilenen Cizrawî, Ayşe Şan’ın acı ve keder dolu yaşamına konu alan meşhur ‘Le le le waye, Eyşane le waye’ parçasını Kürt müziğine kazandırır.

Geri dönüş
Bağdat’ta arta kalamaz, tekrar Türkiye’ye döner. İzmir’de bir devlet dairesinde işe başlar. O günlerde bir gazinoda sahne aldığı gerekçesiyle Kütahya’ya sürülür. Eyşe Şan, kardeşleri ve akrabalarının ölüm tehditleri yüzünden Amed’e bir daha gidemez. Bu olay Eyşe Şan’ın hayatında büyük yara açar; acısını, ölümsüzleşen ‘Dayike’ şarkısıyla dillendirir. Kütahya’da hastalanan Eyşe Şan daha sonra Aydın’a tayinin çıkarır. Ancak burada hastalığı ağırlaşır ve İzmir’de hastanede yattığı sırada 18 Aralık 1996’da kansere yenik düşer.
 
Kilamların içeriği
Seslendirdiği sözlü Kürt müziği parçalarıyla dengbêjlerin toplumsal rolüne soyunmuştur. Bu geleneğin sürdürücüsü olarak unutulmaya yüz tutmuş bir çok eserin arşivlerde korunmasını sağlamıştır. Lawikê Metînî, Mem û Zîn, Meyro bu bağlamda icra ettiği parçalardan bazılarıdır. Bazı eserlerinde Kürtçe ve Türkçeyi karıştırıp söyleyerek üçüncül bir formla müzikal çalışmalar yapmıştır.  Xanimê lê bu tarzla icra ettiği bir parçadır.

“Diyarbakır sur bedendir, xanimê lê lê
Surları güzellerdendir, delalê lê lê
Ben o yardan ayrılalı, xanimê lê lê
Unutamadım nedendir, delalê lê lê”

Böyle bir yola başvurması aslında Kürçe müziğin yasağını delmekle de ifade etmek mümkün. Çünkü plakçılar ancak bu şekilde Eyşe Şan’ın parçalarını plaklaştırmayı kabul etmişlerdir.
90’lı yıllarda çıkardığı parçalara bakılınca Eyşe Şan’ın yurtseverliği ve özgürlük mücadelesine olan sempatisi kolaylıkla görülebilir. Köy yakılmaları üzerine yazıp seslendirdiği Hepsiyo ve Şirnexê parçaları bu duruşun açık göstergeleridir.

“Ax de hewar, hewar, hewar
Îro dîsa li Şirnexê mij e dûman e
Giregira van top û tifing û teyaran e
Li ser serê Kurdan agir barî
Danîn şerekî giran e
Xira kirin welat û mekan e
Zar û zêçê Kurmancan
Hemû bi axê de mane..”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar